TÜRKİYE CANIM FEDA

HTML KOD

Google

   
 
  Batı Trakya





Batı Trakya; doğuda Meriç Nehri ile Türkiye'ye, batı' da Karasu Nehri ile Makedonya'ya, kuzeyde Rodop Dağları ile Bulgaristan'a sınırdaştır. Güneyinde ise Ege Denizi yer alır. Yaklaşık 50.000 kilometrekarelik bir coğrafya parçasıdır.
Batı Trakya'nın Türk Yurdu hâline gelmesi, Osmanlı Devleti'nin, 1356'da bölgeye gelmesiyle başlar. Zaman içerisinde Dedeağaç, Dimetoka, Gümülcine, İskeçe, Kavala, Drama ve Serez Osmanlı yönetimi altına alındı. 1372 yılına gelindiğinde Trakya'nın tamamı fethedilmişti. Bölgeye Anadolu'nun muhtelif şehirlerinden Türk aileler yerleştirildi. Batı Trakyalı yerli halktan da kendi istekleriyle, herhangi bir baskı söz konusu olmaksızın İslâmiyet'i kabul edenler, Türk kültürünü benimseyenler oldu. Toprakların bir kısmı Osmanlı Ordusu'nun gazilerine mülk olarak verildi. Osmanlı yönetimi, bölgeye yerleştirilen Türkler ve İslâmiyet'le sonradan şereflenen yerli halk elbirliği ile Batı Trakya'yı kısa zamanda camiler, medreseler, kervansaraylar gibi Türk-İslâm kültürünün zevk ürünü üstün mimari eserleriyle donattılar. Batı Trakya, artık Osmanlı Devleti'nin Rumeli Eyaleti olmuştur.
Bölge halkı 1878 yılına kadar bütünü ile huzur içerisinde yaşadı. 3 Mart 1878 Ayastefanos Antlaşması ile Batı Trakya'nın doğu kısmı Bulgaristan'a bırakıldı. Bölge halkı, yönetim değişikliğine karşı direniş hareketi başlattı. Hareketlerin genişlemesiyle önce geçici hükümet, sonra da 1913 yılında Batı Trakya Türk Cumhuriyeti kuruldu. Dünya tarihinin ilk Türk Cumhuriyeti idi. Ne yazık ki bir ay sonra dağıtıldı. Başkaca denemelerden sonra 1919-1920 yılları arasında Batı Trakya Türkleri'nin en uzun ömürlü devleti hüküm sürdü. Yunanistan'ın bölgeyi işgal etmesiyle bu devletin varlığı da sona erdi, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile Batı Trakya Türkleri'nin statüsü belirlenerek bölge, üzerinde yaşayan insanlarla birlikte Yunanistan'a verildi. O tarihte Batı Trakya'daki Türk nüfusu 747.628 olarak belirlenmişti. Toplam nüfus ise 975.548 idi.
Lozan Antlaşması gereğince Türk toplumu, din ve ırk farkı gözetilmeksizin her türlü vatandaşlık haklarından yararlanabilecekti. Özellikle kendilerine ait kültürel ve dinî eğitim kurumlarını açıp bizzat yöneteceklerdi. Türkçe eğitim yapılabilecek, mahkemelerde Türkler kendi dilleriyle konuşabileceklerdi. İbadethaneler, mezarlıklar ve Türklere eğitim veren okullar ile dinî kuruluşların yönetimi Türklere ait olacaktı.
O tarihten sonra azınlık haklan ile ilgili yazılı metinlerde hiçbir değişiklik yapılmadı. Fakat Yunanistan, tek taraflı olarak bu hakların kullanılmasını yasakladı. Dernekler kapatıldı, camiler park ve yeşil alan yapılma bahanesiyle yıkıldı. Türklerin oyu ile seçilen cemaat liderleri görevlerinden alındı, yerlerine Atina hükümetinin görevlendirdiği kişiler yerleştirildi. Özetle Yunanistan, yönetimi altındaki Müslüman Türkler'e, kızıl komünistlerin uyguladıkları baskı, sindirme, yok etme ve kültürel asimilâsyon yöntemlerini tekrarladı. Soydaşlarımızın, Müslüman Yunanlı (!) olduğu iddia ediliyor. Türklere ait arsalar kamulaştırılıyor. Türk gençlerinin Yunan üniversitelerinde okuması engelleniyor, Türkiye'de okumalarına izin verilmiyor.
Yunan hükümetlerinin soydaşlarımıza uyguladığı insanlık dışı baskılar, ciltlere sığmayacak ölçüde geniştir. Sinema, tiyatro ve romanlara konu olabilecek kadar trajiktir. Batı Trakyalı Müslüman Türkler, 550 yıllık öz vatanlarında, 77 yıl içerisinde esir durumuna düşünüldüler. Uygulamaların önlenmesi için Türkiye'nin ayağa kalkması, bölge ve hattâ dünya barışını tehdit eden kanunsuzlukların durdurulması için dünyayı en sert dille ikaz etmesi beklenir. Bunları ve daha fazlasını yapmak, Türkiye'nin en tabiî hakkıdır. Hattâ, çok daha fazlasını bile yapsa, kimsenin itiraz etmeye hakkı yoktur. Çünkü imzalanan bunca anlaşma yürürlüktedir. Türkiye'de yaşayan Yunanlı azınlık, yazılı hakların hepsinden yararlanıyor. Ancak kendi ülkelerinde olabilecekleri ölçüde rahat ve güvenlik içerisindeler.
Yunan parlâmentosunda Türkleri temsilen iki milletvekili vardı. Dr. Sadık Ahmet, Batı Trakya Türkleri'nin haklarını canı pahasına koruyan modern çağın efsane lideri idi. Trafik kazası görünümündeki bir cinayetle şehid edildi. Kendisini rahmetle anıyoruz.
Yunanistan, seçim sisteminde yaptığı bir değişiklikle 1993 yılında Türklerin parlâmentoya giden yolunu kapattı.
Batı Trakya, millî kültürümüzle: yoğrulmuş Türk toprağıdır. Müziğinde renkli ve zengin duygularla Anadolu terennüm edilir. Yunan vandalizmi, Rumeli'de MüslümanTürk izlerini silme gayreti içerisindedir. O izlerin silinmesini önlemek, soydaşlarımızın oralarda insanca yaşamasını sağlamak.... Türk Hükümetlerinin şeref borcudur.
Batı Trakya Türklerinin Örf ve Adetleri

Bütün Türk topluluklarında olduğu gibi, Batı Trakya Türk toplumunda da ailenin önemi büyüktür. Aileye verilen bu önem, günümüzde biraz zayıflasa da, temelde bir değişikliğe uğramamıştır. Gelenek ve göreneklerine bağlı bir toplum olan Batı Trakya Türklerinde aile kutsal bir kurumdur. Toplumu ayakta tuttuğuna inanılır. Hiç kuşkusuz, Batı Trakya Türk toplumunun çekirdeğini oluşturan ailenin oluşumu da bazı gelenekler ve göreneklerin uygulanması sonucunda meydana gelmektedir.
Ailenin oluşması evrelerini açıklamaya geçmeden önce, bazı bölgelerde küçük değişiklikler olabileceğini de belirtmekte fayda görüyoruz.
KIZ İSTEME
Batı Trakya Türk toplumunda ailenin oluşumu, oğlan tarafının kız istemesi ile başlamaktadır. Eski yıllarda oğlan ve kız birbirlerini göremiyorlardı. Şimdi bunun tam tersi yaşanmaktadır. Oğlan ve kız özgür iradeleriyle yuva kurmaktadırlar. Kızın istenmesinden önce her iki taraf da birbirlerinin aile durumlarını soruştururlar. Bu araştırma-soruşturma işlemi, genelde, köyün saygın kişileri ve akrabalar vasıtasıyla olmaktadır. Karşılıklı soruşturmalardan sonra, eğer karar verilmişse, oğlan tarafı kız tarafına dünür gönderir. Kız istemeye gidecek olan insanların, köyde yaşayan dürüst ve sözü dinlenen kişiler olması gerekmektedir. Kadın veya erkek olmasında da bir sorun yaşanmamakla birlikte, genellikle erkek gönderilmektedir. Kız istemeye giden kişilere “Dünürcü” denmektedir. Dünürcüler, mutlaka, Pazartesi ve Perşembe akşamları gönderilmektedir. Bu durum neredeyse kesin bir kural niteliğindedir. Kız evine giden dünürcüleri, kızın babası ve annesi karşılar ve en güzel odalarına geçirirler. Kız daha sonra dünürcülerin yanına gelmektedir. Karşılıklı olarak hal-hatır sormalardan sonra, istenen kız kahve getirmek üzere odadan uzaklaşır. Bu arada, kahveler gelinceye kadar değişik güncel konulardan sohbetler açılır. Kız kahveleri getirir. Eğer oğlanda gözü varsa ve onunla yuva kurmak istiyorsa, kahveyi tatlı yapar. Eğer oğlanı beğenmiyorsa kahve tamamen şekersiz yapılmaktadır. Bu gerçekte çok kritik bir andır. Kahve şekersiz dahi olsa, dünürcüler bunu ses çıkarmadan ve hiç belli etmeden içmek zorundadırlar. Kahveler içildikten sonra asıl konuya geçilir. Dünürcüler, “Allah’ın emriyle Peygamberin kavliyle kızınızı istemeye geldik” derler, böylece konu açılmış olur. Oğlan tarafı kendi tarafının durumunu ve oğlanın meziyetlerini ballandıra ballandıra anlatır. Kız tarafı ise bütün bunları dinler. İlk defa gelen dünürcülere kesinlikle bir cevap verilmez. Kız, eğer, verilmeyecek dahi olsa, yine, “gene gelin” denir. Dünürcüler kız istemeye gittiklerinde, beraberlerinde herhangi bir şey götürmezler. Birinci defada cevap vermeyen kız tarafı, oğlan tarafını iyiden iyiye soruşturur. Dünürcüler ikinci defa gelir. Konu artık bilinmektedir. İkincide de cevap verilmez ve yine “gene gelin” denir. Fakat, kız verilecekse, ailenin tutumunda bazı yumuşamalar göze çarpmaktadır. Dünürcüler, nihayet üçüncü defa gelirler. Kız eğer verilecekse, mutlaka üçüncü defada verilir. Bu kesin bir kuraldır. Bunun aksi, kız tarafını, küçük düşürdüğüne inanılır.
MENDİL ALMA
Kız eğer verilmişse, kahve faslından sonra, gelin gidecek kız, bir tabla içinde gelen dünürcülere mendil getirir. Mendiller üçgen biçiminde ve beyaz renktedirler. Mendili alan dünürcü, tablaya hediyesini para olarak bırakır. Her mendil alanın para hediyesi vermesi adettendir. Kız tarafı, kızın verildiğinin bir işareti olarak, dünürcülere, oğlan tarafına götürülmek üzere, giyim eşyası ve tatlı gönderirler. Buna “mendil alma” denmektedir. Oğlan tarafına gelen dünürcüler, burada oğlan ve ailesi tarafından neşe içersinde karşılanırlar.
SÖZ DÜZME
Aradan bir iki gün geçtikten sonra asıl “söz düzme” denen olaya geçilir. Oğlan ve kız karşılıklı bir gün tayin ederek ve yanlarına ailelerini de alarak söz düzmeye gidilir. Her iki taraf da karşılıklı olarak birbirlerine giyim eşyaları ve altın takılar alırlar. Bu arada oğlan tarafı, kız evine gönderilmek üzere kuru yemişlerden ve şekerlerden oluşan çerezleri de alır. “Söz düzme” olayında, oğlan ve kızın her istediği alınır. Kızın beğendiklerini oğlan tarafı, oğlanın beğendiklerini de kız tarafı ödemektedir. Daha sonra, alınan takılar ve giyim eşyaları eve getirilir. Kızın eşyaları, kız evine gönderilmek üzere oğlan tarafına, oğlanın eşyaları da kız tarafına götürülür.
SÖZ DİKİMİ
Daha sonra, “söz dikimi” safhasına geçilir. Söz dikimi için akrabalar, komşular ve bu işten anlayan kişiler davet edilir. Söz dikicilerin hepsi kadın olmak zorundadır. Daha önceden oğlan evinin sandığında bulunan eşyalar çıkarılır. Büyük kumaş parçaları düz bir yere serilir. Kumaş yerine kadife de kullanılmaktadır. Yere serilen elbiselik kumaşların üzerine, kenarlarına oya çekilmiş, çember, krep, çorap, koku, ayna, altın türleri (genellikle bilezik, küpe v.b) ve işlemeli bohça türünden eşyalar konur. Bu eşyalar, çeyiz iğneleri ile, kumaşın üzerine tutturulur. Fakat, ilk iğneyi damat olacak olan oğlanın batırması gerekmektedir. Damadın bu hareketinin uğur getirdiğine inanılmaktadır. Bu arada oğlan da orada bulunan kadınlar tarafından tebrik edilir. Söz dikme olayı büyük bir sevinç içersinde yapılır. Dikilen sözler, akraba ve dostların görmeleri amacıyla duvarlara asılır. Genellikle üç adet bu tür dikimler yapılır. Bunlara “mendil karşılığı”, “tava karşılığı” da denmektedir. Sözün dikiminden sonra, yine dünürcüler vasıtasıyla kızın evine götürülür.
GÖRÜŞMELİK
Karşılıklı olarak söz getirip götürmeler bittikten sonra, “görüşmelik” denen başka bir geleneğe geçilir. Görüşmelik olayında amaç ailelerin tanışmalarıdır. Mutlaka kız evinde yapılır. Bu tanışma merasimine her iki taraftan da akrabalar davet edilir. Oğlan ve kız beraberce beğenip aldıkları elbiseleri giyerler. Kız evine gelen misafirler, kadınlar, erkekler ve gençler olmak üzere üç guruba ayrılırlar. Her zaman olduğu gibi yine kahveler içilir, sohbetler edilir. Oğlan annesi gelini gördüğünden dolayı, odanın içine kumaş veya kadife serer. Serilen bu kadifelerin üzerinden gelin yürütülür. Bu adete de “gelin yürütme” denmektedir. Kız ve oğlanın yüzük takılacak parmakları kırmızı bir şeritle bağlanır. Şeridi genelde ailenin en küçük bireyi kesmektedir. Bu gelenekte de, makas, ilk seferde şeridi kesmez. “bu makas kör kesmiyor” denir. Makasın kesmediğini gören damat bahşiş olarak para verir. Sonuçta şerit kesilir. Devamında da her iki taraftan gelen akrabaların ellerini öperler. Bu arada, oğlan tarafı kıza, kız tarafı da oğlana çeşitli para hediyeleri takarlar. En yakın akrabalar, genelde, altın takmaktadırlar. Bu olaya da “takı takma” denmektedir. Takı olayından sonra, oğlan tarafının getirdiği tatlılar (eskiden baklava şimdi ise pasta getirilmektedir) orada bulunanlara ikram edilir. Bu arada hatıra olarak fotoğraf ta çektirildiğini belirtmek gerekmektedir. Görüşmelik sona erdikten birkaç gün sonra, “tava açma” geleneği de yaşanmaktadır. Söz getirmeleri sırasında, kız evinin oğlan evine gönderdiği tatlı tepsisi veya çikolata kutusu, oğlan evine gelen kız tarafından açılmaktadır.
Görüşmelik olayından sonra, oğlan ve kız artık nişanlı sayılmaktadırlar. Eskiden nişanlı kalma süresi çok uzun sürerdi. Şimdilerde ise bu süre gittikçe kısalmaktadır. Görüşmelik ile düğün arasındaki zamanda, oğlan annesi sık sık gelini olacak olan kızı ziyaret eder. Her ziyaretinde de mevsime göre giyim eşyaları ve çerezler getirir. Bu gidip gelmeler esnasında, düğün hazırlıkları da konuşulur.
DÜĞÜN HAZIRLIKLARI
Düğün zamanı yaklaştıkça herkesi bir heyecan sarar. Eskiden düğünler Çarşamba günleri başlar ve Perşembe günü gelinin alınmasıyla sona ererdi. Günümüzde ise, genellikle Cumartesi Pazar günleri yapılmaktadır. Düğüne akrabalar ve dostlar davet edilirdi. Davet işlemi haneleri tek tek dolaşılarak yapılırdı. Fakat, kadın ve genç kızların davet edilmesi daha değişik oluyordu. Kadınlar ve özellikle de düğünde soyunacak olan genç kızlar, yine belirlenen genç kızlar tarafından, düğüne çağırılıyorlardı. Genç kızlar, topladıkları şimşir ağacı yapraklarını gümüş tellerle kaplayarak, çağırdıkları her genç kıza, bu yapraktan birer tane veriyorlardı. Yaprağı alan genç kız, düğünde sıraya oturmak üzere çağrılmış anlamını taşıyordu.
DÜĞÜN YEMEKLERİ
Düğünde genellikle koyun, keçi ve sığır kesilmekteydi. Kesilen hayvanların kafalarından paça çorbası yapılır ve hizmete gelmiş olan kadınlar tarafından yenirdi. Bu bu gün dahi böyle olmaktadır. Yemekleri ise, bu konuda uzmanlaşmış aşçılar yapmaktadır. Et yemeğinin dışında, kıymalı çorba, nohutlu pilav, kazeler (gaziler) helvası veya kaşık helvası, yoğurt, mevsime göre salata çeşitleri mutlaka bulunmaktaydı. Özellikle, çorba pişirilirken kemikler de içine katıldığından çok lezzetli olmaktaydı. Yemekler, köyün gençleri tarafından sofralar halinde misafirlere taşınır. Düğüne davetli kişiler, “sini” denilen ağaçtan yapılma yer sofrasına otururlar. Bütün yemeklerden sadece birer çanak getirilmekte ve ayran da tastan içilmekteydi. Yemek yeme işlemi bittikten sonra, sofradan kimse kalkmaz. Yemekte bulunanlardan herhangi bir kişi “sofra duası” okur. Eller yukarı doğru açılır ve Allah'a, verdiği nimetlerden ötürü dua edilir. Dua bittikten sonra ise birkaç yudum yemek adetten sayılmaktadır. Yemek verme işlemi gün boyu devam etmektedir.
DÜĞÜN BAHŞİŞLERİ
Düğüne çağrılan kişiler mutlaka beraberlerinde bahşiş de getirmektedirler. Eskiden genelde, bakır kaplar, cam eşyalar ve para getirilirdi. Günümüzde ise ev eşyaları ve para verilmektedir. Akrabalık durumu da, bahşişin cinsini etkilemekteydi. En yakın akrabalar, altın lira, ev ve giyim eşyaları getirmekteydiler.
NİKAH
Nikah, köyün remi hatibi tarafından kıyılır. Hatip, önce oğlan evine gelir. Burada, kız evine gidecek en yakın akrabalar da bulunur. Hatip damada üç defa kızı isteyip istemediğini sorar. “Evet” demek yeterli olmayıp, net bir şekilde üç defa “istiyorum” demesi gerekmektedir. Burada da yine yemek hazırlanır. Oğlan tarafının rızasını alan hatip ve beraberindeki heyet, kız evine gider. Burada da kız tarafının en yakın akrabaları bulunur. Aynı şekilde kıza da sorulur, onun da rızası alınır. Yalnız burada bir fark vardır. Hatip, soru esnasında oğlanı gördüğü halde, kızı görememektedir. Son yıllarda bu konuda da yumuşamalar olduğu gözlenmektedir. Kızın rızası alındıktan sonra, nikaha, altın türünden bazı meblağlar konulur. Nikah bitiminden sonra, hatip bu durumu müftülüğe bildirir. Böylece resmi bir nikah kıyılmış olur. Nikah genellikle düğüne yakın bir zamanda kıyılır. Bunun yanında, güven sağlamak amacıyla çok önceden de nikah kıydıranlar olmaktadır.
TOPRAK BASTI
Görüşmelik ve nikah işlemlerinin sona ermesinden sonra, damat eğer başka bir köydense, kısacası yabancıysa, “toprak bastı” denilen bir adet yaşatılırdı. Evleneceği kızı görmeye gelen damat, köyün gençleri tarafından yakalanır ve toprak bastı denilen bir miktar para istenirdi. İstenilen rakam genelde, ilk başlarda çok yüksek tutulur ve pazarlık yapılırdı. Damat bu parayı vermediği taktirde, kızın köyüne istenmezdi. Zamanla bu konuda tatsız olaylar dahi yaşanmıştır. Bu adet her ne kadar yumuşamış dahi olsa hala devam etmektedir. Damattan alınan bahşiş, köy gençlerinin eğlencelerinde kullanılırdı.
DÜĞÜN
Düğün, eski yıllarda, hem oğlan hem de kız evinde yapılmaktaydı. Perşembe günü akşamı “kına gecesi” düzenlenir, kızlar ve oğlanlar birbirlerine maniler atarlardı. Bu maniler ve türkülerin bazıları şöyleydi:

Dere gelir kütükten
İçilmiyor köpükten
Şu Kurcalı’nın kızları
Sevilmiyor ipekten

Pencereden baktırım
Elektriği çaktırım
Dikkatle akma çocuk
Öküzleri sattırım

Güle bindim gülmedim
Gülden düştüm ölmedim
Enim bir yarim var
Üç gün oldu görmedim

Türküler

HASTANE

Hastanenin şişeleri oynuyor
Doktor gelmiş yaracığımı ağlıyor
Annem babam başucumda ağlıyor
Söyle de doktor söyle ölecek miyim
Ölmeden yarimi görecek miyim

Hastanenin önünden bir garip geçti
İki söz söyledi derdimi deşti
Gidin sorun yarim enden mi geçti
Söyle de doktor söyle ölecek miyim
Ölmeden yarimi görecek miyim

YENİ CAMİ

YENİ Cami avlusunda namazımı kılsınlar
Gelinlik elbiselerimi baş ucuma koysunlar
Aklım büyük kendim küçük ben neler söyleyeyim
Karanlık yerlerde anneciğim ben nasıl yatayım
Karanlık yerlerde Mevlâm ben nasıl durayım

Yeni Cami çeşmeleri harıl harıl akıyor
Anneciğimin söylediği sözler ciğerimi yakıyor
Mezarımı mezarımı yol üstüne kazsınlar
Gelen geçen bir genç ölmüş eyvah yazık desinler
Gelen geçen ir kız ölmüş eyvah yazık desinler

Aklım büyük kendim küçük ben neler söyleyeyim
Karanlık yerlerde Mevlâm ben nasıl durayım
Mezarımı mezarımı kızlar kazsın dar olsun
Etrafında lâle sümbüller bol olsun.

Not: Yukarıdaki türküler ve maniler Kurcalı köyüne aittir.

Kız evinde, gelin olacak kıza kınalar yakılır. Kına yakmak için de davet gerekliydi. Kızlar “sıra” denilen tahta oturaklara otururlardı. Bu arada türküler de söylenir ve oyunlar oynanırdı. Kız evinde olan düğün daha kalabalık ve renkli geçmekteydi. Gecenin ilerleyen saatlerine doğru oğlan tarafı damadı da beraberlerine alarak kız evine giderlerdi. Bu götürme işleminde, damadın en yakın ve samimi arkadaşları ona eşlik ederdi. Bazı kına gecelerinde davul –zurna da bulunurdu. Karşılıklı oyunlar oynanırdı. Damadın arkadaşları geline para takarlardı. Bu günümüzde de böyle devam etmektedir.
DÜĞÜN ALAYI
Düğün alayı eskiden hayvan arabaları ile yapılırdı. Şimdilerde ise özel arabalar kullanılmaktadır. Düğün alayına katılacak olan arabalar sabahtan daha süslenmeye başlanır ve üzerleri kilim ya da kepe denilen örtülerle kaplanırdı. Hayvan arabalarının içersine iki sıralıya oturak konulur ve gençler buralara otururlardı. Gelin alayına genelde gençler çağrılırdı. Gelin alıcılar kız evine hareket etmezden önce, bir grup genç, kız evine gider ve “yastık” denilen eşyaları alırlardı. Bu eşyalar genellikle dokuma gömlek olurdu. Bu gençler bir nevi haberci niteliğindeydi. Gençler oğlan evine döner dönmez, gelin alayı hareket ederdi. Kız evine ulaşan gelin alıcılar, kadın ve erkekler olmak üzere ayrı ayrı evlere geçirirlerdi. Burada kahveler içilir ve gelin dışarı çıkıncaya kadar burada beklenirdi. Eskiden, gelin alayına damat iştirak etmezdi. Günümüzde ise damat da alaya katılmaktadır. Gelin alayına başkanlık eden, genelde oğlan babası , amcası veya da çok yakın akrabalarından bir tanesi olurdu. Getirilen kahvelere karşılık, alay başkanının kahve fincanı ters kapanır ve böylece bahşiş vermesi istenirdi. Gelin, oğlan tarafının bir yakını tarafından evden dışarıya çıkarılır ve arabalara bindirilirdi. Bu arada alay hayvan arabasıysa, boyunduruğun çivisi, ailenin en küçük çocuğu tarafından saklanır ve alay başkanından bahşiş istenirdi. Bahşiş almada sıkı bir pazarlık yapılırdı. Arabaya binen gelinin yanına, daha sonra koltuğuna girecek olan genç bir bayan otururdu. Gelin alayı hareket ettikten sonra, kız annesi veya akrabaları tarafından, arabanın arkasından pirinçli su dökülürdü. Yol boyunca, gelin alayının önü urganlar çekilerek kesilir ve bahşiş istenirdi. Bu sık sık tekrarlanırdı. Yoluna devam eden gelin alayı, kesinlikle geldiği yoldan gitmezdi. Alayın geldiği yoldan dönmesi uğursuzluk getireceğine inanılırdı. Yol boyunca mutlaka da bir çay üzerinden geçilir ve mendil atılırdı. Oğlan evine yaklaşan gelin alayı davul- zurna ile karşılanır ve yavaş yavaş ilerlerdi. Gelin alayının oğlan evine varması akşam saatlerine kadar sarkardı. Bu zaman diliminde genç erkekler alayın önünü keser ve oynarlardı.
DAMAT TIRAŞI
Gelin alayı oğlan evine ilerlerken, damat adayı da hazırlıklarına başlar. Damat ilk önce bahçede tıraş olur. Tıraş esnasında, berberin sol koluna, damadın ailesi tarafından bir mendil bağlanır. Bağlanan bu mendile de, berbere takılan paralar tutturulur. Damat tıraşı kasıtlı olarak uzun sürdürülür. Tıraş esnasında, damat ve arkadaşları oyunlar oynarlar. Yine bu arada, damada, ailesi ve arkadaşları takı takarlar. Bu takılar genellikle paradır. Tıraşın bitiminde damat arkadaşlarının eşliğinde giyinmeye alınır. Damat, burada arkadaşları tarafından giydirilir. Damadın bütün bu hazırlıkları bittikten sonra, artık beklemeye başlanılır.
GELİN İNDİRİLMESİ
Damadın evine ulaşan gelin alayını, burada, büyük ve heyecanlı bir kalabalık bekler. Bilhassa kadınlar gelini görmek için sabırsızlanırlar. Kalabalığın arasından üç kişinin yan yana geçebileceği kadar bir koridor açılır. Gelini arabadan, damatla beraber yürütecek olan genç bayanlar indirir. Tercihen yeni evli bayanlar seçilmekte ve damadın akrabası olmasına dikkat edilmektedir. Bu arada, bir kişi damada giderek gelinin hazır olduğunu bildirir. Damat elindeki torbadan şeker ve para fırlatarak dışarıya çıkar. Koridordan ilerler. Gelinin bir koltuğuna girerek ilerlemeye başlar. Daha eski yıllarda ise, damadın gelini kucağına alarak indirdiği söylenmektedir. Bu arada av silahları ile havaya birkaç el ateş edilir. Damat gelini odasına kadar götürür, bu esnada etraftan alkış sesleri duyulur. Damat gelini odasına bıraktıktan sonra dışarıya çıkar. Önce babasının elini öper. Daha sonra da arkadaşları tarafından terk edilir. Bu tebrikler esnasında damat, artık yalnız değildir. Çok güvendiği ve yakında evlenmiş olan bir arkadaşı ona eşlik etmekte ve bazı uyarılarda bulunmaktadır. Daha önceden, haberci olarak giden gençlerin getirdiği “yastık” açık arttırmaya çıkarılır. İlk değeri damat verir. Kıyasıya bir çekişme yaşanır. Damat ve arkadaşı artık yalnız kalmak zorundadırlar. Yeni evli arkadaşı damada bazı önemli öğütlerde bulunur. Bu öğütler ise bir sır gibi saklanır.
YUMURTAYA NİŞAN
Gelin alayı indikten sonra, yeni bir gelenek daha uygulanır. Köyün avcıları bir araya toplanır ve bir boş araziye giderler. Sıraya dizilirler. Yaklaşık iki yüz metre uzaklığa, bir ağaç çubuğun ucuna yumurta bağlanır. Baştan başlamak kuralıyla, bütün avcılar sırayla ateş ederler. Amaç yumurtanın delinip akmasını sağlamaktır. Yumurta vurulana kadar mücadele devam eder. Yumurta vurulmadığı taktirde, mesafe daha da azaltılır. Yüzlerce hatta binlerce fişenk harcanır ve sonunda yumurta vurulur ve akmaya başlar. Yumurtayı kim vurmuşsa büyük bir alkış alır. Bu arada damat da yumurtayı vuran kişiye gömlek , çorap ve avcı elbisesi gibi hediyeler verir. Bu olay, epey bir zaman kahve köşelerinde konuşulur.
GÜVEY KAPAMA
Karanlık basmaya başladığında, genelde akşam namazından sonra, damat artık gelinin yanına götürülecektir. Güvey kapama töreni için de kişiler özel olarak davet edilir. Bu törene sadece erkekler katılabilmektedir. Akşam namazını takiben, önce, düğünde olduğu gibi aynı yemekler verilir. Yemekten sonra, köyün hatibi davetlileri güvey kapamaya davet eder. Halkın önüne geçer. Bir tarafına damadı bir tarafına da babasını ve amcasını alır. Çeşitli dualar okur. Damat, babasının ve hatibin elini öperek gelinin olduğu odaya doğru sırtı okşanarak itilir. Damat gelinin yanına girince, burada da en yakın bayan akrabaları ona eşlik eder. Gelin ve damat, daha önceden gelin tarafının getirdiği baklavadan yerler. Yemek faslı uzun sürmez. Daha sonra küçük bir çocuk tarafından gelinin çorabı çıkarılır. Çorabın içinde ise adetlere göre mutlaka para vardır. Kısa bir süre sonra, damat ve gelin yalnız bırakılır. Bu arada gelin ve damadın iki rekat namaz kılması da adet olarak yerine getirilmektedir. Fakat, sabaha kadar, damadın en yakın bir bayan akrabası dışarıda nöbet tutar.
CUMA SABAHI
Akşamı birlikte geçiren damat ve gelin sabah erken kalkarlar. En yakın akrabaları, Cuma Sabahı el öptürmek üzere çağrılırlar. Damat ve gelin gelen akrabalarının ellerini öperler. Akrabaları hal-hatırlarını sorar. Onların karşılarına otururlar.
BÜYÜK GEZE
Düğünün sona ermesinden birkaç gün sonra, iki aile birbirlerine karşılıklı ziyaretlerde bulunurlar. İlk önce damat tarafı, kızın evine davet edilir. Yine bu gelenekte de en yakın akraba ve dostlar toplanır. Damat ve gelin kız evine ilk girenler arsında olurlar. Damat ve gelini, kız babası kapıda karşılar ve el öpme adeti burada da tekrarlanır. Bu arada gelin ve anne-babanın birbirlerine sarılarak ağladıkları görülür. Gelen taraf ev içlerine davet edilir. Burada hal-hatır sorulur. Kahveler içilir. Yine düğün yemeklerine benzer yemekler hazırlanır. Yemekten sonra, gitme vakti geldiğinde, küçük çocuklar tarafından, damadın ayakkabıları saklanır. Bahşiş karşılığında ayakkabılar getirilir. Böylece bu gelenek de sona ermiş olur.
KÜÇÜK GEZE
Büyük Geze’nin bitiminden birkaç gün sonra, bu sefer kız evi kendi akrabalarını, damat evine getirir. Yemekler yenir. Sohbetler edilir.
GELİN BAŞI
Batı Trakya düğünlerinde gelinlerin başları büyük bir özenle süslenirdi. Kalınca bir kağıt karton silindir şekline sokularak, gelinin başına geçirilir. Daha çok ön kısmı yukarıya doğru kaldırılır. Bu karton parçası üzerine, köylü kadınlardan toplanan taşlı menekşeler ve dallar tutturulur. Karton parçası tamamen kapanana kadar süslemeye devam edilir. Süsleme bittiğinde karşıdan parlayan bir görüntü ortaya çıkmaktadır. Daha sonra gelinin başından aşağıya doğru önüne gelecek şekilde gümüş teller uzatılır. Gelin başı süslemesi çok zor bir iş olduğundan, bunu köyün meziyetli kadınları yapmaktaydı. Bu kadınlara “Telci” deniyordu.
ERKEK KIYAFETLERİ
Batı Trakya’da erkekler, bilhassa yaşlılar, zaman zaman, eski kıyafetlerini giymeye devam etmektedirler. Erkek kıyafetleri rahat olmanın yanında şık olma özelliğini de gösteriyordu. Potur en baş giyecekti. Yalnız, poturun ağ kısmı fazla geniş olmayıp, aşağı doğru indikçe daralmaktaydı. Siyah ve lacivert renk hakimdi. Poturun altında lastik ayakkabılar, çarık veya da potin kullanılırdı. Çoraplar, poturun üzerine gelecek şekilde yukarıya kadar çekilirdi. Çoraplar, genelde beyaz renkti. Poturun üzerinde “mintan” dediğimiz yakasız gömlekler tercih edilir ve bunlarda çizgili veya sade renklerden oluşurdu. Mintanın üzerine de kolun sadece üst kısmı olan yelekler giyilir ve bu kol parçaları kolun üzerinden sarkıtılırdı. Bele ise, birkaç defa dolanabilen beyaz bezden yapılma kuşak sarılırdı. Kuşağın içersine sigara tabakası, çakmak, ağızlık ve de küçük bir çakı da konurdu. Başa ise, kenarları tam dik olmayan fes geçirilir ve etrafı kahverengi bir bezle sarılırdı. Fes yerine bazen beyaz bir takkenin etrafı da sarılmaktadır. Fes genellikle koyu kahverengiydi. Eski yıllarda damatların da bu şekilde giyindiği anlatılmaktadır.
KADIN KIYAFETLERİ
Kadınlar evde oldukları zaman ayağa renkli şalvar ve üst kısmına da entari giyerlerdi. Saçlar kesilmeyip belik örülürdü. Saçın kesilmesine iyi gözle bakılmazdı. Kadının dış kıyafeti ise başta, siyah veya beyaz renkte “bez” dediğimiz ve omuzlara kadar inen örtü, ve aşağıya giyilen “ferace”den oluşuyordu. Feracenin siyah renk olması mecburiyeti vardı. Günümüzde dahi ferace giyenlere rastlamak mümkündür.
AİLE İLİŞKİLERİ
Batı Trakya Türk toplumu gelenekçi ve kaderci bir aile yapısına sahiptir. Genelde, anne, baba, çocuklar, nine ve dede aynı evi paylaşmaktadırlar. Evde söz sahibi olan babadır. Fakat, kararlar bir istişarenin sonucunda alınır. Evde büyüklere saygı ve hürmet gösterilir. Evin reisine karşı sonsuz bir güven vardır. Akrabalar arasında, evlilik, kesinlikle olmamaktadır. Bu kurala kesinlikle uyulur. Batı Trakya Müslüman Türk’ü sadece ve sadece kendi soyundan gelme kişilerle evlilik yapmaktadır. Hıristiyanlarla evlenen kişilere şimdiye kadar rastlanmamıştır. Akraba ziyaretleri de çok sıkıdır. Genelde, küçükler büyüklerin ziyaretine gitmektedirler. Akrabalar arasında sonsuz bir dayanışma vardır. Herhangi bir afetten sonra, ilk yardıma koşanlar yine kendi akrabaları olmaktadır. Evde, özellikle de kırsal kesimde bütün aile bireyleri çalışmaktadır. Evin yemek pişirme ve çocuk bakım işleri ise kadına aittir. Batı Trakya Türklerinde doğurganlık oranı hızla düşmektedir. Eskiden var olan 6-7 çocuk, şimdilerde ikiye ve hatta bire gerilemiştir.
RAMAZAN DAVULU
Ramazan ayının girmesinden birkaç gün önce köyün gençleri aralarında toplanırlar. Ramazan ayı boyunca kimlerin davul çalacakları belirlenir ve liste hazırlanır. Davul çalma olayına genellikle gençler talip olmaktadır. Bir ay boyunca çalınan davuldan sonra nihayet bayrama ulaşılır. Davul çalma bayram sabahı da devam eder ve insanlar bayram namazına kaldırılır. Bu gelenek bu gün dahi sürdürülmektedir. Bayram sabahı bütün herkes gibi davul çalan gençler de bayram namazına giderler. Namaz çıkışında evlerine gitmeyip, bütün köyün hanelerini tek tek dolaşırlar ve bayram kutlarlar. Bu arada bahşiş olarak oyalı mendil ve para da toplarlar. Toplanan mendil ve çevreler uzun bir ağaç tahtaya sıra sıra bağlanır ve bayrak gibi dalgalandırılır. Bu tahtaya da zaten “bayrak” denmektedir. Bütün köy halkı bu anı sabırsızlıkla bekler. Daha sonra toplanan paraların bir kısmı ile köy gençleri çeşitli eğlenceler tertip ederler, diğer kısmı ise köyün çeşitli ihtiyaçlarına kullanılır.
DEVE
Deve geleneği de Kurban Bayramı’nın birinci akşamı düzenlenir. Bu geleneğe genelde gençler ve orta yaşlılar katılır. Günler önceden hazırlıklar yapılır. Burada önemli olan devenin yapımıdır. Deve yapmak için uzunca bir merdiven bulunur ve altına iki kişi girer. Merdivenin üzerine yere kadar sarkacak şekilde bir kilim örtülür. Kilim, devenin sırtında olduğu gibi çeşitli yerlerinden kabartılır. Deveye bir de akıcı tayin edilir. Deve alayında, gelin, damat, Arap, kız, oğlan, doktor gibi hayatın çeşitli alanından tiplemeler bulunur. Deve, kısacası eğlenmek için yapılan bir adettir. Olayda eğlenme olunca, davul-zurna da mutlaka bulunurdu. Davul-zurnasız deve de olamazdı. Deve alayı, çeşitli oyunlar oynayarak haneleri tek tek dolaşır ve bahşiş toplardı. Kurban bayramı olması sebebiyle et de verilirdi. Bunun yanında tercih edilen paraydı. Gelin kılığına girmiş oğlan ve damat gittikleri her hanede el öperlerdi. Gelin ve damadın bahşişleri ayrı toplanırdı. Gelin o kadar aslına benzerdi ki, bazı yaşlı kişiler bunları kızlardan zannederlerdi. Bazen şaka mahiyetinde, alaydan, kızlardan bir tanesi seyirciler tarafından kaçırılmak istenir. Bu olaya Arap denilen kişi tepki gösterir ve kızı kurtarmaya çalışır. Deve alayında sadece erkekler rol alabilmektedir. Haneler dolaşılmaya başlandığında büyük bir kalabalık toplanır. Kalabalık çabuk ilerlemez, zaman zaman mola verir. Bu molalar esnasında bütün herkes oyuna katılır, böylece büyük bir eğlence yaşanmış olurdu. Deve, gecenin geç saatlerine kadar devam ederdi. Gecenin sonunda toplanan bahşişler katılımcılar arasında paylaştırılırdı. Eğer yiyecek de toplanmış ise, bir evde toplanılır ve yenirdi. Deve olayı her yıl muntazam olarak düzenlenirdi. Şimdilerde ise bu güzel adet bazı köylerde yaşatılmaktadır.
BAYRAMLAŞMA
Batı Trakya Türkleri dini bayramlarına büyük önem vermektedirler. Bayramlarda büyükler, akrabalar ve hastalar ziyaret edilir ve onların hal-hatırları sorulurdu. Bayram sabahı yemekten sonra önce, en yakın akrabalar ziyaret edilir, daha sonra uzak olanlara gidilirdi. Bayramda en çok sevinen ise çocuklardı. Çocuklar bütün köy hanelerini dolaşırlar ve bahşiş toplarlardı. Eskiden bahşiş yerine mendil, şeker veriliyordu. Şimdilerde ise para verilmektedir. Daha günler öncesinden, bayram gelecek denerekten bozuk para yaptırılır ve çocukların hakları ayrılırdı. Köyün akraba ve komşu olmayan kişileri ise yolda karşılaştıklarında bayramlaşırlardı. Bayramlaşma bazı bölgelerde farklılıklar da göstermektedir. Örneğin Şapçı kasabasında, köyün erkekleri,bayramın birinci günü, öğlen namazını takiben cami çıkışında bayramlaşmaktadırlar. Camiden çıkan sıraya girmekte ve böylece büyük bir halka oluşturulmakta ve küçükler büyüklerin bayramlarını almaktadırlar. Bu törene Şapçı kasabasında dükkanı olan esnaf, belediye başkanı ve eskiden askeri kişiler de katılırlardı. Günümüzde ise bu tören her yıl aynı şekilde devam etmektedir. Tören bitiminde insanlar arsında küçük çaplı sohbetler de edilirdi. Buradaki törenden sonra, Şapçı erkekleri, artık, kendi aralarında bayramlaşmazlardı.

 

Clock Generator - bigoo.ws
Myspace Graphics
Haberler
 
Hava Durumu
 
 
Bugün 1 ziyaretçi (2 klik) kişi burdaydı!
Copyright By Burak Keten Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol